Eskiden gemilerde çalışmak kolaydı, hem geziyor hem çalışıyordun ama artık herkesi almıyorlar.
Denizdeyken yaşadığın dünya uzak görünüyor. Onun içine nüfuz edebilmenin imkansız olduğunu anlıyorsun. Uzaklarda bir yerlerde yaşadığın aşkların ve hayal kırıklıkların kiralarını ödüyor, domates alıyor ve naylon poşetleri çöp torbası yapıyor, sen yalnızca sallanıyorsun, sana verilen işi yapıyorsun, günbegün daha önce hiç karaya çıkmamışsın gibi hissediyorsun. Uzak bir ülkeye vardığında herkes birkaç gün için de olsa şehirde gezmek istiyor, sen gemiyi terk etmek istemiyor, sizi karaya bağlayan büyük çapadan nefret ediyor, kaptanı zalim ve budala biri olarak görüyorsun.
Sigara içmiyorsun ama insanların küçük sigaralar için nasıl mutlu olduğunu görüyorsun, yunusları yüzerken görüyorsun, balina görüyorsun, kılıç balığı görüyorsun, yosun görüyorsun, berrak sular görüyorsun, güneşin aşağıda mı yukarıda mı olduğunu anlayamadığın oluyor, artık gezegen değiştirdiğini sanıyorsun, karaya yakın değilsen uçan bir cisim görmüyorsun. Tanrı hakkında düşünmüyorsun, kıvırcık saçlar ve telefon kabloları hakkında düşünüyorsun, eski kumaş pantolonlar ve kahve içmek hakkında düşünüyorsun, saksıda bitki yetiştirmek hakkında düşünüyorsun, sokaklarda yürümek, çamur hakkında düşünüyorsun. Cebindeki pasaportun anlamı olmuyor, kim olduğunun anlamı olmuyor, olmak istediğin kişiyi aylar sonra gittiğin bir sokakta görüp selam veriyor sonra onu kaybediyorsun.
Nereye gidersen git, geri döndüğünde içinde durgunlaşan bir şeyle dolu olduğunu biliyorsun.
İstersen hiç dünyayı yorumlama, algılama, ama dönünce "iyi ki gittim" demek zorundasın, çünkü sana soran gözlerle bakıp senin hayatı keşfettiğini, öyle bir damar bulup içtiğini duymak, senden bunu görmek istiyor insanlar, her gün bahçelerinde ezip geçtikleri çalılara bakarak bile görebilecekleri bu şeyi uzaklaşarak görmek istiyorlar.
Aslında hiç yakın olmadıkları halde.
Not: Ara vermek diye bir şey yoktur, her an senin hayatın.
0